DİDİM'İ KEŞFEDELİM
Sınavların kötü geçmesinden ve çocukların psikolojisinin yerlerde
olmasından dolayı ders işleyişimde biraz değişiklik yapmaya karar verdim. Aklımdaki
plan yerli yerine oturmuştu. Ailelerden ve idareden aldığım tüm izinler
sonrasında çocuklar için 1 haftayı kapsayacak ders aktivitesi hazırlamıştım. Amaç
ders olsa da bu aktivite çocuklar için tatil kıvamında olacaktı. İlk olarak
tekne turundan başlamaya karar verdim. Bulunduğumuz bölgede anlatacağım konuya
ilişkin adaya ve koylara bu şekilde gidebilirdik. O yüzden güzel bir deniz
havası eşliğinde koylar, göller, dağlar ve adalar konusunu işleyecektim. Bu
tekne turunu doğa yürüyüşleri, kamplar, atv gezileri, bisiklet turları takip
edecekti.
Gezimizin ilk günü Didim’in Altınkum sahilinden tekne turu ile
başlamıştı. Sabah öğrencilerim ile tekne turuna çıktık. İlk durağımız Marmaris Koyu’nun
hemen girişinde yer alan yarımada özelliği taşıyan Cennet Adası. Burada
teknelerden inip öğrencilerim ile adanın muhteşem doğal güzellikleri arasında
yürüyüş yaparak adayı keşfe çıktık. Yalancı Boğaz’dan geçerek yarımadamızı hem
gezip hem de coğrafya bilgilerimizi tazeledik. Öğrenciler ada hakkında
konuşurken farkında olmadan coğrafyayı sevmeye başladılar. Hepsi o kadar neşeli
ve heyecanlıydı ki tüm sınav stresinden ve kasvetinden kurtulmuş bir şekilde
gördüklerini birbirleri ile tartışıp bir yandan da fotoğraflarını çekmeyi ihmal
etmediler. Ada gezimiz bittikten sonra teknemize geri dönüp diğer koya yol
aldık. Sıradaki koyumuz Akbük’teki
Bozbük Haydar Koyu. Bozbük Milas’a bağlı iki körfez arasında kalan bir
yarımada ve burası 250 yıllık bir geçmişe sahip hem tarihi hem de doğal
güzellikleri ile tekneden iner inmez öğrencilerin mest olduğu ve gezmeye can
attığı bir yer olmuştu. Bu koy Milas koyları arasındaki en uzun şeride sahip
bir doğa harikası. Öğrencilerim ile bu adayı ilk önce kıyı şeridinden başlayarak
gezmeye karar verdik. Çocuklar kıyının temiz ve berrak oluşu karşısında hayrete
düştüler. Bunun üzerine “öğretmenim denize girebilir miyiz? “soruları da tabi ki
hemen havada uçuştu. Bende öğrencilerimle beraber denizin ve bu güzel
manzaranın tadını çıkarma taraftarıydım. Yüzerken Akbük Dağları’nın koyla ahenk
içinde bir kartpostallık görünümü hepimizin dikkatinden kaçmamıştı. Görkem “hocam
daha önce coğrafya dersi bana zor ve sıkıcı geliyordu fakat bugün ne kadar yanlış
düşündüğümü gördüm.“ demesi doğru yolda olduğumu göstermişti. İşte bu yüzden
öğretmen olmayı ve onlara yeni dünyaların kapısını açmayı kendime ilke edindim.
Bu güzel sohbetten sonra tarihi bir lokantada yemeklerimizi yedikten sonra Bozbük
çevresinde trekkinge çıktık. Bu sağyede koyda sadece denizin güzelliğinden
ibaret olmadığını çok değişik bitki formasyonlarının ve ağaç topluluklarının da
olduğunu gördük. Bu yöreye ait birçok bitki türü ve hayvan barındırıyor Bozbük
Koyu. Çocuklar buradan ayrılmak istemediler. Zaten akşam olmuştu bende
çocukların sevineceği haberi onlara verdim. “Bugün burada kamp yapacağız
çocuklar“ dediğimde hepsinin gözlerindeki ışık bana yetmişti. Tekneden
çadırlarımızı alıp kurmaya başladık herkes o kadar mutluydu ki şarkılar
eşliğinde işler imece usulü hemen bitivermişti. Sonra kampın olmazsa olmazı
olan kamp ateşini yakmak için çalılıkların içine daldık birkaç öğrencim ile çalı
toplayıp tekrar alana geldik. Akşam yemeğimizi de yedikten sonra kıyıya denizi
izlemeye ve sohbet etmeye indik. Yıldızların ışığı denize vurunca muhteşem bir
yakamoz çıkmıştı. Muhabbetler o kadar koyuydu ki saatin nasıl geçtiğini
anlamamıştık. Yatma vakti gelince herkes çadırlarına geçti yarın bizi yoğun bir
gün bekliyordu. Sabah diğer koya gitme vaktimiz gelmişti. Akvaryum Koyun’a
geldiğimizde herkes çok şaşırdı çünkü; burası adeta bir lagünü ve durağan bir
gölü andırıyordu. Melis hemen: “hocam burası lagün mü?“ diye sordu. Bende:”
hayır Meliscim burası sığ bir deniz olduğu için bu şekli almış. Lagüne
benzetmen çok normal. Koya indiğimizde ayaklarımıza tertemiz kumlar geldi
sadece.Kumdan oluşan bu deniz muhteşem bir manzara oluşturuyordu. Bu koyda
aktif hayat olmadığı ve ağzı neredeyse kapalı olduğu için durgun olan koyda
fazla vakit geçirmeden Akbük Saplı Ada’ya rotamızı çevirdik. 10
Çakıl Taşı Toplandığında İnsan Ömrünün 10 Yıl Uzadığına İnanılan Doğal Güzellik
Saplı Ada Tepeden Bakınca Bir Kaşık Görünümüne Benzeyen Bu Harika Manzara
Didim' de Akbük'ün Simgesi Haline Gelmiştir. Burası tombolaya benziyor zira ada
ile kıyı arasında yürüyerek varabiliyoruz. Tekneden inip adayı keşfe başladık.
Burası MÖ.1500’lü yıllarda Ege Denizi’ndeki bir volkan patlaması sonucunda
oluşmuş bir ada. Üstten baktığınızda kaşık görünümüne sahip. Denizin içine
elimizi daldırınca bu anlatılanların doğru olduğunu anlıyoruz çünkü elimize
denizin içindeki küller geliyordu. Hiç şüphesiz çocukların en çok dikkatini
çeken yerlerden biri oldu burası. Sonra ada turumuz bitince yürüyerek kıyıya
çıktık ve muhteşem lokantası ve manzarası eşliğinde kahvaltımızı yapmaya
koyulduk. Kahvaltıdan sonra dönüş vaktimiz gelmişti ve rotamızı Altınkum Limanı’na
cevirdik. Günün geri kalan kısmını da öğrencilerim ile Didim’i ve tarihi
güzelliklerini bisikletlerimizle keşfetmeye ayırmıştık. Bütün günümüzü alan bu
etkinlikten sonra öğrencilerim ile orman kampında kamp yaparak ve gezdiğimiz
yerlerin sohbetleri eşliğinde günü tamamlamayı düşünüyorduk ama hesaba
katılmayan olaylardan habersiz olarak! Kamp alanına geldiğimizde akşam olmuş ve
karanlık iyiden iyiye çökmüştü. İlk olarak kampımızdaki restorant ta denize
karşı yemeklerimizi yerken öğrencilerimden biri kampın olmazsa olmazı olan
efsanelerden bahsedip burası içinde bir efsane olup olmadığını sorunca benden
önce meraklı öğrencim Uzay:”KANLI GELİN EFSANESİ’Nİ “söyleyince herkes bir anda
korkuya kapıldı. Çünkü akşam karanlığı iyiden iyiye çökmüş ve herkes o kadar
yorgundu ki bir anda gözüne far tutulmuş tavşan gibi oldular. Ne kadar
korksalar da efsaneyi duymak istediklerini söyleyince bende bir Didimli olarak
ve bu hikayeyi bilen birisi olduğum için onları kıramadım ama bunu yemekten
sonra ateşin başında anlatacağımı söyledim ve yemeğimize devam ettik. Ateşimizi
yakıp etrafında çember oluşturup yerlerimizi aldık ve beklenen efsaneyi
anlatmaya başladım.
_Çok eski zamanlarda Didim’de birbirini çok seven bir çift varmış.
Fakat bir türlü evlenmelerine izin verilmiyormuş. Onlarda evlenmek için her
türlü yolu denemişler fakat ne çare… En son kız gelinliğini giyip Orman Kampı
yani eski adıyla “Tavşan Adası Burnu’na gelmiş ve sevdiği adamada haber vermiş.
İki genç adanın yamacında konuşmaya başlamışlar. Erkek neden gelinlik giydiğini
sormuş kıza. Kızda“ bu gelinlik benim en mutlu günümde giymem gereken bir
kıyafet iken şimdi benim kefenim olacak demiş.“ Ama üzülme sevdiğim şuanda
benim en mutlu günüm çünkü senle sonsuza kadar kavuşacağız.” dedikten sonra
kendini yanında getirdiği hançer ile kalbinden yaralar ve gelinlikle kendisi
kanlar içinde kalıp dengesini kaybeder ve adanın uçurumundan denize düşer. Sevdiğinin
acı sonunu gören erkek de sevdiğinin arkasından atlar ve kızında dediği gibi
sonsuza kadar kavuşurlar fakat bu olaydan sonra tavsan adası onların kehanetine
kapılır. Bu kehanete göre ruhları hala buradadır ve bazıları gelini
gördüklerini söyler. İşte gençler buranın efsanesi de bu kadar. Dedikten sonra
çocuklar korkmuş ve üzüntülü yüzleri ile bana bakıyorlardı. O kadar
etkilenmişlerdi ki tek başlarına bir yere gidemiyorlardı. Kızlar toplu halde
tuvalete gittiklerinde ise bir anda bir çığlık sesi duydum ve bende bir anda
korktum ama bunu belli etmemeliydim çünkü cesaret vermem gereken öğrencilerim
vardı. Hemen tuvalete koştum ve korkup birbirine sarılıp yerde oturan kızları
gördüm. “Ne oldu?“ diye sorunca: Tuvalette bir anda bir karaltı olduğunu ve çok
ürkütücü sesler geldiğini söylediler. Sonra onları oradan çıkardıktan sonra
etrafı incelemeye başladım ki beklenen ipucunu bulmuştum bile. Bizim afacanlar
kızları korkutmak için böle bir plan kurmuşlar tek tek onları bulup kızlara
neler yaptıklarını anlatıp özür dilettim fakat o kadar korkmuşlar ve inanmışlar
ki hala etkisindeydiler. Neyse ki ilerleyen saatlerde ateşin etrafında şarkılar
koyu muhabbetler derken herkes eski haline dönmüştü ki buda benim içimi
ferahlattı. Birde Tam yatmaya gideceğim sırada Görkem “sınıfın haylazı ama bir
o kadar da saygılı öğrencisi geldi yanıma. “Hocam: “Bunu nasıl başardınız dedi.
“neyi? Dediğim de bana: “Ben ve benim gibi birkaç arkadaşıma coğrafyayı sevdirmeyi
ve bize bu zor gelen dersin aslında ne kadar kolay ve eğlenceli olduğunu
göstermeyi “işte o gün anladım bu mesleği ne kadar sevdiğimi, ne kadar doğru
bir yolda olduğumu… Bu konuşmadan sonra gezideki en iyi rehberlerimden biri Görkem
olmuştu. Bir öğrencimi bile bu derse kazandırdığım için gezi artık bana daha da
eğlenceli gelmeye başlamıştı ki bu konuda yalnız olmadığımı görmekte güzeldi. Sabah
erkenden kalkıp kahvaltı faslı bitince yeni durağımızı Akbük ve Kazıklı Köy’ü
olarak belirledik. Bu sefer araba eşliğinde bir gezi olacaktı çünkü Akbük Didim’in
bir beldesi ve deniz yoluyla Kazıklı’ya geçmek pek de mümkün değil. Akbük’e
vardığımızda çok bilinmeyen hatta dağların bir sır gibi sakladığı varlığından
pek de haberi olunmayan Fransızlar kampının olduğu koya geldik. Çocuklar önce
hocam orman yürüyüşüne mi çıkacağız dediler. Haklı olarak nedeni de ağaçlardan
dolayı koyu görememeleriydi. Sabırlı olmalarını birazdan çok güzel bir
manzarayı göreceklerini söyledim. Yürüyerek kampa girdiğimizde öğrencilerimin
hayretle bakan yüzlerini görmek gülmeme neden olmuştu. Burası daha önce
Fransızların bir kampı iken şuan bu durum değiştiği için herkes girebiliyordu.
Buradaki ziyaretimizde bitince Kazıklı Köyü’ne doğru yola çıktık. Kazıklı
dağlık ve ormanlık bir alan olduğu için öğrencilerime atv ile gezi yaptırmayı
planlamıştım tabiki onlar bundan habersizdi. Kazıklı’ya varınca öğrencilerime
atvler ile doğa gezisine çıkacağız ama kurallardan çıkmak yok bu biraz
tehlikeli bir araç gibi uyarıları mı da yaptıktan ve sözleri aldıktan sonra atvlerimizle
yola koyulduk. Muhteşem bir dağ ve orman havası vardı burada zaten Didim Akbük
havası ve denizleri ile ün yapmış bir bölgeydi. Sarp ve zorlu yollardan geçerek
turumuzu tamamladık. Çocuklar arabalara bindiğinde ne kadar yorgun olduklarını
arabaya biner binmez kendilerini uyku moduna bırakınca anlamıştım. Didim’e
varıp Mavişehir’de mola verdik ve akşam yemeklerimizi sahile sıfır bir
restorantta yedikten sonra kampımıza geri dönüp günün kritiğini yapıp doğru
yataklara geçtik. Çünkü sabah yeni bir maceraya atılmanın vaktiydi. Sabah
uyanınca çocukları arabada topladım ve kahvaltı yapıp hem de gezeceğimiz Bafa Gölü’ne
götürmek üzere yola çıktık. Bafa Gölü Muğla ve Didim sınırları arasında kalan
Büyük Menderes’in taşıdığı alüvyonlardan oluşan sığ bir tatlı su gölüdür. İçinde
bir çok fauna barındırır. Bafa’ya gelmeden hemen yolun kenarında çok güzel
gözleme yeri vardı orada durduk ve buranın meşhur zeytinyağı, otları ve peyniri
ile yapılan gözlemelerimizi organik domates,zeytin ve odun ateşinde pişen
çaylar eşliğinde yaptık. Kahvaltıdan sonra Bafa Gölü’ne geçip buradaki doğal
yaşamı fotoraflamaya başladık. Burası yerli yabancı birçok turistin ve kuş
gözlemcilerinin uğrak yeriydi ki biz gittiğimizde de kalabalık gruplar bunları
kanıtlar nitelikteydiler. Öğrencilerim ile kıyıdaki gezintimiz bitince gölü
keşfe çıktık tekneler ile. Bu göl sığ olduğu ve durağanlığından balıklar ile
kuşların ahenkli dansları hepimizin dikkatinden kaçmamıştı. Çocuklara en çok
neresi dikkatlerini çektiğini ve nereyi beğendiklerini sorduğumda hepsi burayı
çok beğendiklerini söylediler. Aralarında bazıları bu gölün bu kadar büyük
olduğunu düşünmüyormuş. “onların tabiri ile hocam ama bu göl değil ki demeleri de
bunu kanıtlıyordu. Buradaki gezimizde bitince dönüş yoluna çıktık artık gezimiz
bitmiş bir haftalık süremiz dolmuştu ama ben kuzularımdan ayrılmak
istemiyordum. Bu gezi onlara ne kadar çok şey kattıysa aynı derecede bana ve
meslek hayatıma da unutamayacağım anılar ve güzellikler katmıştı. Şimdi artık
veda vaktiydi… Tam vedalaştık öğrencilerimi ailelerine teslim ettim derken
arkamdan bir grup kişinin bana sarılıp: “ Hocam sizi çok seviyoruz iyi ki bu
geziyi düzenlediniz.“ Seslerini duymak benim için paha biçilemezdi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder